Germinal – Émile Zola

Germinal… 1793 ile 1805 yılları arasında kullanılan Fransız Cumhuriyet Takvimi (calendrier républicain français)’nin 7. ayı. 21 Mart – 19 Nisan arasına tekabül eden 30 günlük, toprağın ve doğanın yeşerdiği, her şeyin filizlendiği dönem.

Bu sözcüğün yansımaları romana bir kaç açıdan işlemiştir. Örneğin, öykü kasvetli ve dondurucu bir kış günü başlar ve yaşanan onca acıya rağmen güneşli, ılık, her şeyin yeşerdiği, neredeyse neşeli bir Nisan sabahı, yani Germinal ayında (her ne kadar o dönemde artık kullanılmıyor olsa da) sona erer. Başladığında Étienne işsiz, aç ve umutsuzdur. Bittiğinde yen hayaller, yeni hedefler ufukta belirmiştir. Hem Etienne için, hem de işçiler için.

Étienne’in Marchiennes’ten Montsou’ya yaptığı yolculukla açılan roman, yine onun bu sefer tam tersi istikametteki yürüyüşüyle sona erer. Étienne işte bu son yürüyüşünde, o esnada toprağın altında çalışan arkadaşlarını ve orada ölenleri düşünür. İşte bu toprakta yeni bir yaşamla birlikte adeta kömür karası insanlar da filizlenmektedir. Topraktan geleceğin devrimini yapacak insanlar “yeşermektedir”.

Ya da, sinmiş, kabullenmiş, öğrenilmiş çaresizlikle, kömür tozunu uyuşturucu niyetine damarlarına alan işçilerin kalplerinde artık geri döndürülemez bir umut, bir uyanış, kaderlerini değiştirme yönünde bir istek “yeşermiştir”. Evet, öykünün sonunda onlar yine madenlerdedir. Yine üç kuruşa tamah etmek zorunda kalmışlardır. Ama hiçbirinin çehresi ve bakışları, artık Étienne’in oraya ilk geldiği günkü kayıtsızlığı ya da umutsuzluğu yansıtmaz. Hepsinin içinde o gelecek müthiş günün umudunun tohumu uyanmıştır.

Bu açıdan romanda dışsal olarak hiçbir şey değişmemiş gibidir; ama hem işçilerin hem de burjuvaların zihninde köklü bir dönüşüm yaşanmıştır.

İşte Zola tüm bu filizlenmeleri, yeşermeleri ve umudu, cumhuriyetçi yönünün de baskın etkisiyle, bu takvime gönderme yaparak Germinal adıyla özetlemiştir.

İnsan Zola’nın hareketli sahnelerdeki ustalığına şapka çıkarıyor. Étienne’in madene ilk iniş sahnesinde madenin çalışmasının tasviri, Montsou’lu işçiler Jean Bart kuyusunun asansör halatlarını kestiğinde merdivenden itişe kakışa yüzlerce metre yukarı çıkmaya çalışan işçiler, işçilerin toplu yürüyüşünün özellikle Montsou’da son bulan bölümü, Voreux’nün tamamen çöküşü, Savaş’ın duvarlara sıkışana kadar galerilerde koşturduğu sahne. Başka sahneleri de buna ekleyebiliriz elbette; ama özellikle bu sahnelerdeki canlılık Zola’nın dehasını ortaya koymak için yeterli.

Madenin içinin tasvri demişken… Romanı okurken hala gözünüzde canlandıramıyorsanız bir de şu videoyu izleyin. Romanın 1860’larda geçtiğini biliyoruz tabi. Bu videonun tarihi 2015. Elbette teknoloji biraz ilerlemiş. Kazma yerine havalı bir kırıcı var. Lambalar da gazlı değil, elektrikli. At yerine de katır gelmiş. O yüzden gözünüzde tam canlanmayabilir, idare ediverin artık (!)

Gerçekçilik aşkına, okurun bir ruh halinin büyüsüne kapılmasını, coşkunlukla dolmasını her defasında daha baştan engelliyor Zola.

Örneğin, ormanda yürüyüş kararı verildiği gece, o coşkunluk ve öfke dolu atmosferde Zacharie ve arkadaşı Moquet sırıta sırıta geziyorlar, Jeanlin tavşanla oyalanıyor. Ya da kadınlar Cecile’in kıyafetini parçalarken Jeanlin’in kızın kıçını görmeye çalışıyor. Başka bir dramatik sahnede Levaque Kadın’ın tek derdi çizmeleri aşırmak oluyor.

Kendi dizginlerini eline alacak işçi sınıfı, halk, o kahraman kitle, nasıl da dizginlenemez bir canavara evriliveriyor.

Étienne, tüm kahramanlığıyla birlikte nasıl kendini işçilerden üstün görmenin ve kişisel gururun itkilerini zihninde keşfediyor; bir nevi burjuvalaştığını görüp aynı anda hem nasıl utanıyor, hem de işçi kardeşlerini bu üstün konumundan daha iyi kurtarabileceğini düşünerek gururlanıyor. Bir kahraman olmasıyla bir katil olması arasında bir kaç bardak içki ya da bir kaç günlük açlık var.

Hiçbir şeye ciddiyetle yaklaşmayan mühendis Negrel… Küçük bir burjuva ve işçilerin yaşam şartlarına kayıtsızlığı ile yine o işçileri göçük altından kurtarmaya çalışırken gösterdiği cesaret ve kahramanlık, bu iki şeyin nasıl bir arada durduğunu hayretle izliyoruz.

Her büyük olayın arasına bir iğretilik, ahengi, büyüyü bozacak bir çıban sokuyor Zola. Gösterişli olanla sıradan olan hep yan yana duruyor. Kahramanca olanla ödlekçe ya da bencilce olan da öyle.

Yorum bırakın